İnsan, zaman içinde yaşlanmaz aslında. Bir ikindi, zamanın nasıl da geçtiğini düşündüğünde, düşündüğü bütün o zamanların yükü üzerine bindiğinde ihtiyarlar.
Sonra bir gün...
Bir gün kendini, daha yüz metre öteden insanın içine kasvet salan bir binanın camlı kapısında görürsün.
Birileri gelir geçer yanından, hayat akmaya devam eder. Sen donakalırsın. Dışarıdaki hiçbir sesi duymaz olursun.
Omzundaki çanta, elindeki dosyalara şaşırırsın. Üzerindeki takımı kim giydirdi sana. O inci kolyeyi kim taktı boynuna? Bu yüze bu mutsuzluğu kim çizdi? Sen neredeydin bunlar olurken?
Kimi zaman, senden beklenenler, yapılması gerekenler, söylenenler, söylenmeyenler, korunması gereken pozisyonlar, mali ya da manevi dengeler, o adamlar, bu kadınlar toplanıp, öyle bir gürültü oluşturmuştur ki, esas yapman gereken bu karmaşada kaybolmuştur. İç seslerin bu kakofonide duyulmaz olmuştur.
Orada öylece şaşkınlıkla donup kalmışken sessizlik içinde, camda eskilerden bir halini görürsün. O kızı ne kadar özlemiş olduğunu düşünüp, yanından insanlar geçerken, kendine dönmekten başka çaren kalmadığını farkedersin. İçinin sesi sana ulaşır, seninle buluşur.
''Bedeli neyse!'' der, '' kim üzülürse üzülsün!'' der, '' ne olacaksa olsun!'' der.
O an önünde derin bir uçurum açılır. Sen eğer oradan aşağı atlamazsan en derin karanlıklardan daha karasına gömülecek gibi hissedersin kendini.
Artık bu hayat, bu senin olmayan hayat, yakanı bıraksın, o uçurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayayım istersin.
Cehennem çukuru gibi garip bir yanılsamayla, bir anda kendine dönersin.
Sana uçurum gibi gelen boşluğun, kendini, kalbini, hayatını geri veren bir ferahlama, hafifleme olduğunu, o donup kaldığın an, o kız o camdan sana gülümserken anlarsın.
Bir gün, bir camlı kapıdaki görüntüne bakıp donakaldığında yola karar kılarsın...:)
1 yorum:
Harika , olağanüstü..
Yorum Gönder