24 Ağustos 2013 Cumartesi

BİR KEZ, BİRİNİ.


''Aranızdan bazıları anlayacaktır ne demek istediğimi ''



HAYATINIZDA EN AZ BİR KEZ.

BİRİNİ.

EN DERİNİNİZE KADAR.

HİSSEDİN.




KASMASANIZ KEŞKE





'' Hayatım içimden geçen cümleler içinde geçti''

M. Mungan



Blog yazan bazılarını görüyorum, aşırı kasmaktalar. Keza Twitter ve Facebook' a yazan bir kısım da öyle.

Her ne kadar sosyal medya bizi birbirimizden uzaklaştırmakla itham edilse de, yine de en hızlı haber alma araçları olarak hayatımızda önemli bir yerdeler.
Arkadaşlarımızla ilgili bir çok gelişmeyi geç olmadan facebook'tan öğrenebiliyoruz. Sonrasında, şikayet edilen gibi, kuru bir mesaj atıp iletişim kurmak veya onun yerine telefon edip bir ses bir nefes duymak, duyurmak veyahut buluşup göz göze, diz dize paylaşmak bizim tercihlerimize kalıyor.

Bir arkadaşım, '' düşüncelerinin garantisi '' olarak twitter kullandığını söylemişti. Tam bu cümleyi kurmamış, ben birebir nakledemiyor olabilirim. Hani, '' böyle düşünüyorum, düşündüklerimi tweet atıyorum, sözlerim kayıtlara geçsin '' der gibi.

'' Ya bir gün düşüncelerin değişirse? '' diye sormuş muydum ona, hatırlamıyorum. İnsanların zaman içinde değişebileceğini, bu değişim doğrultusunda söylemlerin farklılaşabileceğini görebilecek zekada, ama bunu kabullenebilecek, içsel değişimlerini ortaya koyabilecek cesareti taşımayan biriydi. O yüzden sormamış da olabilirim.

Twitter adresimi, uzun zaman önce şuursuzca açtıktan ne zaman sonra kullanmaya başladım. Facebook çok daha eskiden beri var, 1300 arkadaşımla mutlu mesut yuvarlanıp gidiyoruz.

Blogu ise en bir sevdiğim dostum Tülin açmıştı yıllar önce, yazdığım hikayeleri koymam için. Öyle hediye verir gibi blog adresi, şifre vermişti bir akşam:) Öykülerimin blog için fazla uzun olduğunu düşünüp, o doğrultuda kullanmadım hiç, blog da üzerime kaldı öyle:)

Bana hep kendi kendine konuşmak gibi geliyor buralar. Dinleyen-okuyan birileri yokmuşçasına.

Mesaj kaygısı yok, teşhir isteği yok, ''bakın ne kadar mükemmelim'' kaygısı yok, sözüm senettir iddiası yok.

Nasıl göründüğünü, insanların senin için neler düşüneceğini umursamak yok.

Hem insanlara bu kadar çok anlam yükleyip, paye vermek yok, hem kendini önemsemek yok.

Yokluğun içinde, o an içimden ne geçiyorsa o ve kelimeler var.

İyi böyle bence, iyi...















15 Ağustos 2013 Perşembe

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR







‘’ Sadece kadınlar mı üfler düğümlerin üstüne?...’’



Düğümlere Üfleyen kadınlar ilk elli sayfada, zorlayarak, ittire ittire okuduğum kitaplar listemde yerini aldı.

Kitabın konusu için özetle;  geçmiş birkaç yıl içinde, Ortadoğu’da, dört kadının çıktıkları bir yolda, kendilerini bulma hikayesi diyebiliriz. ( Çok satan Arap Bahar'ı hikayelerinin çok satanlar raflarında yerlerini alması; sanırım Mevlana-Mevlevilik'ten sonra sırada bu var)

İçeriğe gelince; beni ilk rahatsız eden ‘’ zorlama ‘’ betimlemeler oldu. Daha doğal bir anlatım yakaladığı bölümler başarılı olmasına rağmen, zaman zaman kullandığı abartılı betimlemelerle zenginleştirmeye çalıştığı dil sadelikten çıkıp samimiyetsizliğe bürünmüş.

Dört kadının tanıştıktan sonraki birliktelikleri, yola çıkışları ve sonrasında yaşanan olayların akışında eksik kalan yerler yüzünden inandırıcılığını yetersiz buldum. Oralarda da biraz abartı ve zorlama hissediliyor.

Kitaptaki bölümlerin tamamı, bir sonraki bölüm merak edilsin diye konulmuş bir cümleyle bitiyor, bana haber programlarında kullanılan sevimsiz  ‘’ az sonra ‘’ cümlesini hatırlattı, akıcı bir roman olmadığı için herhangi bir meraklanma da söz konusu olamıyor maalesef.

Gayret ederek, emeğe saygı diye düşünerek sonuna kadar okudum ama sevemedim.