26 Mayıs 2012 Cumartesi

MESCİD-İ NEBEVİ 2

Mescid-i Nebevî'nin ilk genişletilmesi Peygamber Efendimiz zamanında olmuştur. Bu genişletme için Hz. Os­man, kendi parasıyla mescidin çevresindeki bazı evleri satın alarak mescide bağışlamıştır. Bundan sonraki geniş­letme ve yenileme Hz. Ömer, onu takiben Hz. Os­man zamanında gerçekleşmiştir.

Daha sonra tarih boyunca Müslüman hükümdarlar, Osmanlı sultanları da pek çok yenileme faaliyetinde bulunmuşlardır. En önemli genişletme ve yenileme Sultan Abdülmecit zama­nında gerçekleştirilmiştir. Mescid-i Nebevî'de Osmanlı döneminde yapılan harika mimarî ve süsleme sanatı örnekleri göz kamaştırıcı güzelliğiyle hâlâ bugünkü mescidin orta ön kısmında varlığını sürdürmektedir.





Suudlular döneminde mescidi bugünkü hâline getiren en büyük genişletme ise kral Fahd zamanında gerçekleştirilmiştir. Aynı dönem her biri yaklaşık 60 ton ağırlığında açılır kapanır 27 adet kubbe eklenmiştir.
        








Mescidin 10 tane minaresi var. Minarelerin üstündeki hilaller altın kaplama olup, Türkiye’de imal edilmiştir.
         




Mescidi çevreleyen 81 adet kapı bulunmaktadır.





TO BE CONTINUED:)

24 Mayıs 2012 Perşembe

MESCİD-İ NEBEVİ




Bugün kandil, burayı bugün yazmak geldi içimden. '' Anmak '' oradaymış gibi hissetirsin diye...
Aşağıdaki tüm bilgileri nakleden ve bitmek tükenmek bilmeyen sorularıma  sabırla cevap veren İhsan Hoca'ya teşekkürler.


Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa'nın üstünlükleri onların peygamberler eliyle kurulmalarından gelmektedir.
Mescid-i Nebevi, takva üzerine kurulan son peygamberin mabedidir.


Allah Resûlü (s.a.s.), hicret sırasında Kuba'dan ayrılıp Medine-i Münevvere'ye gelince kendisini ağırlamak üzere yarışa girenlere, '' Bırakın deve serbestçe yürüsün. O bizi Allah'ın razı olacağı bir yere kadar götürecektir'' diyerek, bindiği deveyi serbest bırakmış, devenin çöktüğü arazi, üzerine mescit yapılmak amacıyla buranın sahibi olan iki yetimden parası ödenerek satın alınmıştır.
Bu mescid, İslâm toplumunun şekillenmesinde ve devletin kurulmasında her türlü, dinî ve sosyal faaliyetin en önemli merkezi olmuştur.




İlk hali sütunlu revakların çevrelediği mütevazi bir avlu biçiminde olan caminin yapımı yedi ay sürmüş olup, inşasında peygamberimiz de bir işçi gibi çalışmıştır.
Mescidin ilk binası yapılırken duvarlar, taş ve kerpiç ile örülmüş, direkleri hurma ağaçlarından yapılmış, üzeri de hurma dalları ile kapatılmıştır.



Günümüze dek bir çok genişletme ve tadilat yapılan mescidin bir bölümü Hazreti Muhammed'in mübarek kabrinin bulunduğu Ravza-i Mutahhara'dır. Dışarıdan bakıldığında yeşil kubbenin altına denk gelmektedir.
Hz. Muhammed'in hemen yanında Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer'in de kabri vardır.



Mescid-i Nebevî’nin Alanı yaklaşık olarak 100.000 m², çevreleyen alan ile birlikte toplam 400.000 m²'ye yaklaşmaktadir.


Kapalı kısımlarda  400.000 kişi, çevresiyle birlikte yaklaşık 700.000 kişi aynı anda ibadet edebilmektedir.
 

21 Mayıs 2012 Pazartesi

BENİM UMREM 2 :)

Hilton'dan çıkıp sağa dönmüştük en son.

Günün ve gecenin her saati, ibadet etmek üzere çevrede olan insanlardan dolayı  Mescid-i Nebevi'nin önündeki meydan her daim kalabalık ve hareketli. Dolayısı ile güvenli bir şekilde dışarıda olabileceğinizi düşünüyorum.





Bir önceki yazıda bahsettiğim pasajın içinde çeşitli hediyelik eşya, telefon kartı, kumaş, kıyafet (özellikle ferace) satan dükkanlar bulabilirsiniz. (kıyafet konusu başlı başına bir yazı olacak kadar uzun, onu en sona bırakıyorum:))




Kumaştan anlamam, hiç ilgimi çekmez, buralardan alınır mı bilemem...






Ferace satan bir dükkan. Endişelenmeyin hepsi bu kadar kabus değil, gayet sade ve giyilebilir hatta çok şık olanları var. Ayrıca, daha sonra anlatacağım, ferace çok hayat kurtarıcı bir giysi:)





Bu pasaj haricinde yakın çevrede benzer bir çok dükkan göreceksiniz. Buralar dışında ihtiyaçlarınızı   karşılayabileceğiniz Bin Dawood adında ( Migros muadili) süpermarketler mevcut. Oralardan da su, yiyecek maddeleri ve diğer ıvır zıvırları tedarik edebilirsiniz.

TO BE CONTINUED...:)


18 Mayıs 2012 Cuma

BENİM UMREM:)




 Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek üç mescid vardır.
“Üç mescidden başka bir yere (ibâdet ve ziyâret etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve Benim mescidim.”

(Buhârî, Fedâilu’s-Salât -Salâtu Mescid-i Mekke- 1, 6, Savm 67; Müslim, Hacc 74; Ebû Dâvud, Menâsik hadis no: 2033) 



Üstüme başıma oralarda giymek üzere kıyafet ararken ‘’ Çağrıldınız yani, ne mutlu size ‘’ diyen satış görevlisi kıza , gayet safiyane ‘’ yoo kimse çağırmadı ben kendim gidiyorum ‘’ diye cevap verdikten sonra öğrendim mübarek beldeler için  çağrılmadan gidilmezmiş dendiğini…JJJ

Bir toplantı için Telaviv’e gittiğimde, ziyaret etme fırsatını bulduğum Mescid-i Aksa ve bir motor arızası sonrasında on- on iki saat konaklamak zorunda kaldığımız Medine’de gidebildiğim Mescid-i Nebevi’den sonra Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı da ziyaret edip bu kutsal üçlemeyi tamamlamak çok uzun zamandır aklımdan ve gönlümden geçen bir şeydi.
Çok şanslıyım ki gerçekleştirebildim. Bir kez daha şükür ve teşekkür çağıranaJ


Benim için nelerle karşılaşacağımı bilmediğim, merak, heyecan ve genellikle mutlu hissettiğim bir yolculuk oldu.
Öncesinde yaptığım araştırmalarda, ne yazık ki ne çevremden ne de internetten sorularıma, benim beklediğim şekilde, cevap bulamamanın sıkıntısını yaşadım.
Gideceklere, bir de benim gözümden bir rehber olsun diye yazıyorum bu satırları. Başlık da o yüzden '' Benim Umrem''







Yaptığımız seyahat programı paralelinde, 03.00 saat süren uçak yolculuğu ile önce Medine’ye gittik. Umre grubu olduğunuz için havalimanında pasaport işlemleri uzun sürmüyor. Biz küçük (6 kişi) bir grup olduğumuzdan dolayı bagajlarımızı da alarak bir araya gelmemiz ve otele doğru yola çıkmamız  çok çabuk oldu. Eğer kalabalık bir gruba dahil olarak giderseniz, bu size havalimanından başlayarak diğer tüm programlarınızda zaman kaybettirecektir. En güzel kendi grubunuzu oluşturup gitmek, Allah sağlık, sıhhat verir ve kısmet ederse seneye ben yine butik bir grup ile gitmeyi planlıyorum.

Havalimanından şehir merkezi 10-15 Km, trafiği de göz önüne alırsanız en geç yarım saatte otelinizde oluyorsunuz. Yoğun programlar ve yerine getirilecek ibadetlerden kaynaklanan zaman darlığı, yorgunluk ve hava sıcaklığı bir araya geldiğinde Mescid-i Nebevi’ye yakın, yürüme mesafesinde bir otelde kalmak çok isabetli bir seçim oluyor. Kaldığımız Hilton ve gözüme çarpan Oberoi Hotel en yakın oteller.


                                           Medine Hilton'dan Mescid-i Nebevi fotoğrafı



Medine Hilton güzel, rahat ve lobbyde koltuğa düşürdüğüm rahmetli anneannemin tespihini bulup, bana geri vererek kalbimi kazanmış bir otelJ Tek hoşuma gitmeyen şey banyodaki havluların çok kullanılmaktan ve yıkanmaktan renk değiştirmiş olmasıydı. Neyseki yenileriyle değiştirilerek çözülebilen bir sorun oldu:)
Sabah ve akşam yemekleri (bence) yenebilir, çeşitli ve lezzetli.
Benim incelediğim umre programlarında tüm oteller açık büfe kahvaltı ve akşam yemeği veriyorlardı. Öğle ve sonrasında bir şeyler yemek isterseniz otelde oda servisi ve restaurantlar mevcut, yanınızda kraker, bisküvit gibi ya da daha da abartıpJJ börek, poğaça tarzı yiyecekler getirebilirsiniz, çevrede bol miktarda tavuk yemekleri satan yerler var (KFC dahil) ancak hijyen konusunda sıkıntı da var, yiyebilir misiniz bilemem…





Hilton otelini baz alırsak, otel çıkışından sağa döndüğünüzde fotoğrafta görünen yerlerin önünden geçerek Mescid-i Nebevi'ye ulaşacaksınız. Yolunuzun üzerinde bir kahveci/tatlıcı:) (en baştaki), para bozdurabileceğiniz Money Changer (TL'de kabul ediyorlar), tavukçular, içinde çeşitli dükkanların bulunduğu bir pasaj bulabilirsiniz.

TO BE CONTINUED...:):)



                                                        

8 Mayıs 2012 Salı

MAVİ LİMAN

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...
                                                                                                  NAZIM HİKMET (1957)

1 Mayıs 2012 Salı

IT'S A WILD WORLD




Oh, baby, baby, it's a wild world
It's hard to get by just upon a smile
Oh, baby, baby, it's a wild world
I'll always remember you like a child, girl

I've seen a lot of what the world can do,
And it's breaking my heart in two,
Cause I never want to see you sad, girl



Önce Cat Stevens'ın söylediği, daha sonra Mr.Big'in coverladığı ne güzel şarkıdır bu.

Baby, It's a wild world...

Öyle sanıyorduk. Sanıyorduk ki koparıp atacak etimizi. Biz kılıçlarımızla koruyacağız kendimizi, koruyabildiğimiz kadar. Herşey çok sert geçecek sanıyorduk.

Küçüktük, ağzımızı burnumuzu sardığımız atkılarımız, içine gömüldüğümüz kocaman paltolarımız vardı.

Sanıyorduk ki, bir büyük ringde, yüz yüze, sert, yumruk yumruğa bir kavga olacak bu. Bir taraf yenecek ama hakkıyla bir mücadele olacak.
Herkesin elinde kılıç olacak. Hatta silahları karşı taraf seçse bile biz, atarak uzun atkılarımızı omzumuzdan ''sorun yok bayım!'' diyeceğiz.

Centilmence geçeçek maç. Güçlü olan ayakta kalacak. Ölen ölecek, cesedimiz hiç değilse yakışıklı olacak.
Hiç değilse onurlu bir mücadele olacak bu. Çünkü şarkı öyleydi: It's a wild world!

Oysa vahşi bir dünya değil bu. Vahşetin de bir haysiyeti, adaleti var kendine göre. Bu, sinsi, sümsük, yıvışık, mıyır mıyır, salyaları akan, terli elleriyle elinizi '' arkadaşça'' sıkan bir dünya.

Hiç düello olmuyor. Şöyle yumruk yumruğa giremiyorsunuz. Şöyle adam gibi davet edilmiyorsunuz dövüşe.
Çoğu kez sessiz bir gerilimle yiyip bitiriyor sizi. Berbat, iki yüzlü, poker oyuncuları gibi...

Sonunda siz de, kavga edecek kimseyi bulamamış bir halde, kocaman ellerinizle, elleriniz iki yanınızdan sarkarak öylece kalıyorsunuz.

Karşınıza çıkıp dövüşseler mesele değil. Ama hep ring dışındalar. Hep sessiz. Hep kaçak.
Hep arkadan vurmalar, ucuz hesaplar, çamur atmalar, çamura yatmalar.

O kocaman adamlar, kadınlar nasıl o kadar küçülüp girebiliyorlar o küçücük hesapların içine.
Ne akrobasi! Ne esneklik!

O kocaman adamlar, kadınlar nasıl ufalanıp, küçülebiliyorlar bu kadar...Yumruk atacak büyüklükte bir gövde bile bulamıyor insan bir süre sonra...

Vahşi bir dünya değil bu. Keşke olsa! Et ete çarpışsak keşke.

Şimdi bir yerde, kendini hayata, vahşi bir hayata hazırlayanlar varsa bilsinler ki, maalesef hiç de vahşi değil hayat.
Sinsi ve derinden içinizi yiyip bitirmeye çalışıyor sizi. Yumruklarınızı elinizden almaya çalışıyor önce, sonra yaralanmaya, yok olmaya karşı  cesaretinizi.

Ve en önemlisi atkınızı boynunuzdan almaya çalışıyor.

Atkınıza göz dikiyor Iago'lar. Lime lime etmek istiyorlar, istiyorlar ki alıp başını gidecek hali kalmasın o atkının.

Eğer bir yerlerde kendini vahşi bir hayata hazırlayanlar varsa öğrenecekleri tek bir şey var;

Atkılarını korumak.  Çünkü bir gün atkıyı alıp gitmek gerekebilir. Bir gün insanın atkısından başka bir şeyi kalmayabilir.

O zaman işte o uzun, kocaman kumaşı omuzdan öte tarafa atıp yıvışık yıvışık konuşmaların arasında, masadan kalkıp şöyle demek gerekebilir:

‘’Sorun yok beyler! Her şey buraya kadar’’