1 Mayıs 2012 Salı

IT'S A WILD WORLD




Oh, baby, baby, it's a wild world
It's hard to get by just upon a smile
Oh, baby, baby, it's a wild world
I'll always remember you like a child, girl

I've seen a lot of what the world can do,
And it's breaking my heart in two,
Cause I never want to see you sad, girl



Önce Cat Stevens'ın söylediği, daha sonra Mr.Big'in coverladığı ne güzel şarkıdır bu.

Baby, It's a wild world...

Öyle sanıyorduk. Sanıyorduk ki koparıp atacak etimizi. Biz kılıçlarımızla koruyacağız kendimizi, koruyabildiğimiz kadar. Herşey çok sert geçecek sanıyorduk.

Küçüktük, ağzımızı burnumuzu sardığımız atkılarımız, içine gömüldüğümüz kocaman paltolarımız vardı.

Sanıyorduk ki, bir büyük ringde, yüz yüze, sert, yumruk yumruğa bir kavga olacak bu. Bir taraf yenecek ama hakkıyla bir mücadele olacak.
Herkesin elinde kılıç olacak. Hatta silahları karşı taraf seçse bile biz, atarak uzun atkılarımızı omzumuzdan ''sorun yok bayım!'' diyeceğiz.

Centilmence geçeçek maç. Güçlü olan ayakta kalacak. Ölen ölecek, cesedimiz hiç değilse yakışıklı olacak.
Hiç değilse onurlu bir mücadele olacak bu. Çünkü şarkı öyleydi: It's a wild world!

Oysa vahşi bir dünya değil bu. Vahşetin de bir haysiyeti, adaleti var kendine göre. Bu, sinsi, sümsük, yıvışık, mıyır mıyır, salyaları akan, terli elleriyle elinizi '' arkadaşça'' sıkan bir dünya.

Hiç düello olmuyor. Şöyle yumruk yumruğa giremiyorsunuz. Şöyle adam gibi davet edilmiyorsunuz dövüşe.
Çoğu kez sessiz bir gerilimle yiyip bitiriyor sizi. Berbat, iki yüzlü, poker oyuncuları gibi...

Sonunda siz de, kavga edecek kimseyi bulamamış bir halde, kocaman ellerinizle, elleriniz iki yanınızdan sarkarak öylece kalıyorsunuz.

Karşınıza çıkıp dövüşseler mesele değil. Ama hep ring dışındalar. Hep sessiz. Hep kaçak.
Hep arkadan vurmalar, ucuz hesaplar, çamur atmalar, çamura yatmalar.

O kocaman adamlar, kadınlar nasıl o kadar küçülüp girebiliyorlar o küçücük hesapların içine.
Ne akrobasi! Ne esneklik!

O kocaman adamlar, kadınlar nasıl ufalanıp, küçülebiliyorlar bu kadar...Yumruk atacak büyüklükte bir gövde bile bulamıyor insan bir süre sonra...

Vahşi bir dünya değil bu. Keşke olsa! Et ete çarpışsak keşke.

Şimdi bir yerde, kendini hayata, vahşi bir hayata hazırlayanlar varsa bilsinler ki, maalesef hiç de vahşi değil hayat.
Sinsi ve derinden içinizi yiyip bitirmeye çalışıyor sizi. Yumruklarınızı elinizden almaya çalışıyor önce, sonra yaralanmaya, yok olmaya karşı  cesaretinizi.

Ve en önemlisi atkınızı boynunuzdan almaya çalışıyor.

Atkınıza göz dikiyor Iago'lar. Lime lime etmek istiyorlar, istiyorlar ki alıp başını gidecek hali kalmasın o atkının.

Eğer bir yerlerde kendini vahşi bir hayata hazırlayanlar varsa öğrenecekleri tek bir şey var;

Atkılarını korumak.  Çünkü bir gün atkıyı alıp gitmek gerekebilir. Bir gün insanın atkısından başka bir şeyi kalmayabilir.

O zaman işte o uzun, kocaman kumaşı omuzdan öte tarafa atıp yıvışık yıvışık konuşmaların arasında, masadan kalkıp şöyle demek gerekebilir:

‘’Sorun yok beyler! Her şey buraya kadar’’

Hiç yorum yok: