26 Şubat 2011 Cumartesi

AMORES PERROS

Dövüştürülerek

parçalanan,

her tarafı kanayan

köpekler gibi mi

kanar şahdamarından,

aşık olduğunda insanlar?






Her ne kadar Paramparça- Aşklar Köpekler diye çevrilmiş olsa da, bu filmin adı  ''Köpek Gibi Aşklar ''dır. Paramparça ismi yine de uygun düşmüştür çünkü filmde her aşk, her ilişki, her olay, her karakter, her sahne, her köpek, her şarkı paramparçadır.

Üç farklı yaşam tarzı, üç farklı hikaye.
Sıradan gözüken hayatlar, sıradan gözüken bir trafik kazası.
O trafik kazasıyla keskin bir şekilde kesişen üç yaşam.

Filme dair bir kaç küçük not;
Küçük yaştakiler için uygun değil, fazla kanlı.
Köpekler eğitimli, artist köpekler:)hiçbiri gerçekten zarar görmemiş.
Bir arkadaşım '' Çok rahatsız oldum çünkü hayatın kendisini seyrettim '' yorumunu yapmıştı. Yönetmen de bir ropörtajında '' Benim yaşadığım yerlerde hayat komik değildir.'' demişti. Hayatın komik olmayan üç öyküsünü sakınmadan, sözünü görüntüsünü esirgemeden önümüze koyuyor Inarritu.

İzlemeyenler mutlaka izlemeli.
İzleyenler bir daha izlemeli.
Çünkü;
Dahice
Ustaca
Kült
Zalim
Güney Amerika sinemasından iyi bir örnek

Kaçırılmaması gereken bir sürü detay ve en iyi yabancı film oscarı da dahil 30 ödül...

Çünkü Alejandro Gonzalez İnarritu'dan kötü film çıkmıyor...

Çünkü biz aynı zamanda kaybettiğimiz şeyleriz.

21 Şubat 2011 Pazartesi

PUSLU KITALAR ATLASI

"tui lucent oculi
sicut solis radii
sicut splendor fulguris
lucem donat tenebris"

"senin karanlıktan uzak erdemli gözlerin güneşin ışıkları gibi parlıyor"



Bundan on yıl önce, bu kitapla keşfettim İhsan Oktay Anar'ı. Ve Puslu Kıtalar Atlası'nı anlatmak istediğim kimseye tam olarak anlatamadım, ifade etmekte zorlandım. Okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Muhteşem bir anlatım, muhteşem benzetmeler, olağanüstü karakterler
Tarihin, felsefenin, mizahın, masalın, düşün, gerçeğin içiçe geçtiği, birbirine karıştığı nefis bir kurgu.
Düşlerle gerçeklerin sınırının olmaması, kendinizi içinde bulduğunuz fantastik ve mistik atmosfer.

Uzun İhsan Efendi, Bünyamin, Arap İhsan Efendi, Alibaz, Kubelik, Vardapet, Ebrehe, Zülfiyar, Hınzıryedi, Gazanfer...

Bir kitabın her karakteri mi bu kadar etkileyici ve ilginç olur?

Ve Uzun İhsan Efendi oğlunu yollamadan önce der ki;
''Ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O'nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun binbir halinden korkma.''

Ve siz, bu kitabı okurken 17.yüzyılda Konstantiniye'de geçen bir düş görürsünüz...

11 Şubat 2011 Cuma

KUDÜS-JERUSALEM

Kudüs.
Masal şehri.
Kudüs.
Nefes kesici.
Kudüs.
Şehr-i mukaddes.

Kudüs, eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılmış. Eski Kudüs ise dört bölgeden oluşuyor. Müslüman, Hristiyan, Musevi, Ermeni bölgesi. Şehirde eski yeni bütün yapılar taş. Taş dışında başka bir yapı  malzemesi kullanılmasına izin verilmiyormuş. Her yer birbirine benziyor, şehir neredeyse tek renk.

Eski kudüs diye anılan sur içindeki bölgede  müslümanlarca kutsal sayılan Mescid-i Aksa, musevilerce kutsal sayılan Ağlama Duvarı, hristiyanlarca kutsal sayılan Kıyamet kilisesi birbirine iki dakika yürüme mesafesi kadar yakın. 3000 yıl kokan bu şehirde ezan ve çan sesleri bir arada.

Mescid-i Aksa ve Kubbe-üs Sahra'nın olduğu arap mahallesi olarak adlandırılıyor ve diğer iki dini yerden farkli olarak bu bölgeye müslüman olmayan hiç kimse alınmıyor.Yanınızdaki tur rehberi bile müslüman değilse buraya giremiyor.

Tefsir kitaplarında yer alan rivayetlere ve tarihi kayıtlara göre Mescid-i Aksa ilk olarak Hz. Süleyman tarafından inşa edilmiş. İslâm'daki müstesna yerinin bir sebebi de Resulullah’ın isrâ ve mirac mekânı olması. Burası Müslümanların ilk kıblesidir. Türkçede "En Uzaktaki Mescit" anlamına gelir.

Hz.Muhammed’in  miraca yükseltildiği sırada Kudüs'te bugünkü şekliyle bir cami olmamakla beraber  Hz. Süleyman tarafından inşa edilmiş ve daha sonra yıkıma maruz kalıp yenilenmiş olan Mescidi Aksa'nın kalıntıları vardı ve burası da Beyti Makdis olarak adlandırılırdı. Beyti Makdis ibaresi bazı tarihi kaynaklarda Kudüs şehri için de kullanılmıştır.
Mescid-i Aksa'ya ulaşmak için  ilk geçtiğiniz kapıda ellerinde ağır silahlar taşıyan  arap kökenli israil askerleri duruyor. Önce onlara, sonraki kapıda filistinli görevlilere müslüman olduğunuzu ispat etmek zorundasınız. TC pasaportunuz ve kimliğiniz muhakkak yanınızda bulunsun.

Ben hem kimliğimi otelde unuttuğumdan hem de o zamanki ‘’sarı saçlarımdan suçlu olarak’’ Fatiha suresini ezbere okuduğum bir sözlü imtihandan geçerek kabul gördüm.

Cami avlusuna girdiğiniz zaman som altından kubbeli camiiyi görüyorsunuz. Camiden iceri girdiginiz de ise, Hz.Muhammed’in gökyüzüne yükseldiği taş karşınıza çıkıyor. Büyüleyici.

                
                 KUBBET-ÜS SAHRA
















Kubbet-üs Sahra ile Mescid-i Aksa birbirine karıştırılıyor. Mescid-i Aksa tepenin üzerindeki yerleşkenin tamamına verilen isimdir. Kubbet-üs Sahra bu yerleşke içinde altın kubbeli sekizgen şeklinde bir yapıdır.
Hz.Muhammed'in miraca yükseldiğine inandıkları  tepenin merkezindeki kaya parçasına muallak taşı denir. Müslümanlar kutsal kabul ettikleri bu kaya üzerine Kubbet-üs Sahra'yı inşa etmişlerdir. Kubbet-üs Sahra Mescid-i Aksa ile bütünleşmiş durumdadır.Yapının tam karşısında El Aksa camisi bulunur.
                                                                                                                                           
EL AKSA CAMİİ

  


Kıyamet kilisesi, Hristiyanlar için kutsal bir mekan. Kıyamet günü herkesin bu kilisenin önünde toplanacaklarına inanıyorlar.Hristiyan inancına göre, İsa peygamber çarmıha gerildikten sonra, bugün kıyamet kilisesinin olduğu tepeye kadar yürütülmüş ve orada öldürülmüş.

Hz.İsa’nın bu kiliseye gömüldüğüne inanılıyormuş. Bununla birlikte Hz.İsa'nın cansiz bedeninin defnedilmeden once yıkandığı taş bu kilisede bulunuyor.

Ağlama Duvarı musevilerin kutsal mekanı. İnsanlar çok yüksek bir taş duvarın karşısına geçip ağlıyor, tanrıyla konuşuyorlar. Bazıları ise dileklerini ufak kağıt parçalarına yazıp taş duvarın aralarına sıkıştırıyorlar. Anlatılanlara göre musevi inancında o duvarın karşısında dilenen dilekler gerçek olur, tanrı kendisiyle konuşan insanların sesini duyarmış.

Alınlarını secdeye koyanlar, duvarın önünde son derece içten hıçkırıklarla ağlayanlar, diz çöküp istavroz çıkaranlar.

Sessizlik, huzur,teslimiyet, arınmışlık, Allah katına yükselen dualar.

Buraya Kudüs’ün siyasi durumuyla ilgili bir şey yazmak içimden gelmiyor. Sadece şunu ekleyebilirim; Ben ‘’insan’’ ın herşeyden değerli olduğuna inanırım. Allah’ın özenerek kendi suretinde yarattığı insan tüm topraklardan, mekanlardan, mabedlerden daha kutsaldır.
Keşke herkes böyle düşünse, kan dökülmese ve bu topraklar huzur bulsa.

Mutlaka gidin Kudüs’e. Ellerinizle taşlara, duvarlara, binlerce yıllık tarihe dokunun. Taşların size Hz. Musa’dan , Hz.İsa’dan, Hz. Ömer’den, Selahaddin Eyyubi’den fısıldadıklarını dinleyin. Mescid-i Aksa’da dua edin. Ağlama duvarına, Kıyamet kilisesine hürmet gösterin. Mutlaka gidin.


P.S: Biz Telaviv'de kaldığımız için Kudüs otel bilgisine sahip değilim ancak kalınacak güzel oteller olduğunu biliyorum. Telaviv Kudüs arası araba ile iki saat sürüyor. Kudüs yirmi dört saat kameralarla, güvenlik güçleri ve sivil polislerle gözlem altında, bu yüzden güvenli olduğu söyleniyor. Ayrıca şehirde Türk konsolosluğu var.



8 Şubat 2011 Salı

YEŞİL PERİ GECESİ

''bizde itiraf yoktur.
 bizde itiraf eden huzur bulmaz.
 bizde itiraf demek, suçumuzun her bir ayrıntısının hücrelerimize yapışması demektir.
 biz itiraf edersek unutamayız.
 biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.,
 biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla
 sayıp dökmeden üstelik.(Allah biliyor nasıl olsa, ayrıntılarla onu meşgul etmeye ne lüzum var?)
 bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. kurcalayıp durmayın.eski
 defterleri açmanın ne faydası var canım?
 biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçer.
 bizim milli ikilimiz suç ve ceza değildir.
 bizim milli ikilimiz suç ve nisyan’dır.''

                                                                   YEŞİL PERİ GECESİ- AYFER TUNÇ


Genç bir kadın. Güzel, mağdur, kurban,cellat,yanlış, doğru, haklı, haksız...
Anne, baba, sevgili, eş, arkadaşlar, akrabalar, kadınlar, erkekler, güç, iktidar, yalan, aşk, sevgi, para, insan, hayat...

Ayfer Tunç'un kitabında anlattığı hayatlardan, kitabının kahramanlarından etrafımızda yüzlerce var. Sahte insanlar, sahte hisler, sözler herkesin bir yerlerine dokunuyor.
'' mış '' gibi yapmak, '' mış'' gibi yapılması hangimize çok tanıdık değil?

Romanın öyle yerleri var ki, kendiniz yaşamamış olmanıza rağmen -iyi ki-, anlatılan olaylar yanınızdan yörenizden geçmemiş olmasına rağmen -iyi ki- başa çıkmakta zorlanıyorsunuz.

Sahtelikten nefret eden, sahte insanlardan, olaylardan kendini özellikle uzak durmaya çalışarak ruhunu steril tutmaya çabalayan biriyim ben. Çevresindeki tükenişi de keder ve çaresizlikle seyreden biri. Bu roman için de bir tükeniş hikayesi denilebilir.

Bazı yerlerde kendini tekrar etse de, bazı noktalara yapılan vurgular fazla uzatılsa da, değer yargılarının kaybolmasını, gücün ve güzelliğin haysiyetsizce kullanılmasını, yozlaşmaları apaçık, sakınmasız bir dil kullanarak ortaya koymasını beğendim ben.

Yeşil Peri gecesi, Ayfer Tunç'un '' Bir maniniz yoksa annemler size gelecek'' ve '' Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi'' kitaplarından sonra okuduğum üçüncü eseri. Kanımca üçü de güzeldir, okunmaya değerdir, Ayfer Hanım'ın ellerine sağlıktır.

6 Şubat 2011 Pazar

PERA'DA...

Pera Müzesi iki muhteşem sergiye ev sahipliği yapıyor; Frida Kahlo-Diego Rivera ve Çarlık Rusyası'ndan Sahneler.

Frida; Hastalıklı bir yaşam, hastalıklı bir aşk. Diego'nun onun için ne demek olduğunu '' "hayatta başıma iki korkunç kaza geldi, biri geçirdiğim otobüs kazası, diğeri de Diego"... diyerek anlatır.
Resimlerini sürrealist bulanlara, ''they thought i was a surrealist but i wasnt. i never painted dreams. i painted my reality...'' şeklinde cevap vermiştir.

Bugüne dek gördüğüm hiçbir resimde ''acı'' Frida'nın eserlerindeki  kadar renkli resmedilmemişti. Etkileyici ama aynı zamanda da rahatsız edici duygular uyandırıyor insanda.

Kahlo ve Diego'nun 40 yapıtından oluşan sergide, farklı zamanlarda çekilen fotoğrafları da yer alıyor.




Çarlık Rusyası'ndan Sahneler ise Frida ve Diego sergisi ile mukayese edildiğinde kat be kat çekici bir sergi.

St. Petersburg‘daki Rus Devlet Müzesi'nin koleksiyonundan seçilen yapıtlar devrime kadar yaşamın her alanından kesitleri yansıtıyor. Yoksulluk, köy yaşamı, halk eğlenceleri, çocuklar, genç yaşta yaşlı soylularla evlendirilen kadınlar (THE FATE OF WOMEN) 19.yüzyılın Rus klasikleri arasından çıkıp önümüzde sergileniyor.



Carl Lemokh'un ''Yaz'' ve ''Yeni Arkadaş'', Nikolay Pimonenko'nun ''Noel Falı'', Karneyev'in ''Eşitsiz Evlilik'', Juravlev'in ''Sunağın Önünde'' isimli eserleri özellikle çok etkileyiciydi.

Her iki sergi de muhakkak görülmeli.