17 Mart 2011 Perşembe

KOKU- DAS PARFUM


Dokunmak, görmek, tatmak, duymak…Hepsi kendi irademizle sonlandırabileceğimiz duyular. Gözlerimizi kapatabiliriz, dokunmayabiliriz, kulaklarımızı tıkayabiliriz, peki 
koku almadan ne kadar dayanabiliriz? Aynı zamanda ‘’nefes’’ demek olan bu duyuyu
ne kadar yönetebiliriz?
Koku almadan ne kadar durabilirsiniz?
Diğer bir deyişle  nefesinizi en fazla ne kadar tutabilirsiniz?
Kokular bizi ne kadar yönlendiriyor?
Bizi burnumuz mu yönetiyor?
Bir kokumuz olmasaydı?...


18. yüzyılda Paris’te, balık kokuları içinde, bir tezgahın altında doğan Grenoille (Fransızca’da kurbağa demektir) inanılmaz bir koku alma yeteneğine sahiptir ancak yaşı ilerledikçe kendisinin bir kokusu olmadığını keşfeder.
Herkesin kendine has olan ten kokusundan yoksun olması ve bu yüzden toplumda fark edilmemesi onu çılgın bir tutkuya sürükler.
Parfüm yapımını öğrenen Grenouille, hassas burnuyla ideal karışımlar elde edip, muhteşem parfümler yaratmaktadır. Ta ki en saf, en güzel kokunun insanlardan geldiğini, insan derisinden elde edildiğini keşfedene kadar…
Bu keşif onu bambaşka bir çılgınlığa götürecektir.


Sosyolojik ve psikolojik tahlillerle ‘’insanı’’ sorgulatırken, soyut bir kavram olan kokudan yola çıkıp, size Paris sokaklarını ter, alkol ve idrar kokularıyla, genç ve güzel bir kızı teninin kokusuyla hayal ettiriyor Patrick Süskind.

Hayatını insanoğlunun ruhunu çözmeye adamış, iç çatışmaların ve günahların derinliklerinde gezen Dostoyevski, yine insanın karanlıklarında dolaşıp, rastladıklarını portreleyen Kafka gibi, hastalıklı bir ruhu anlatırken sizi de bir katili anlama çabası içine çekiyor.

Şaşırtıcı finalinde,o müthiş güç ile; İnsanlarda sevgi uyandırmanın dayanılmaz ve alt edilemez gücü karşısında kalakalıyorsunuz.

Hikaye örgüsü, karakterleri çok başarılıdır ve bugüne dek okuduğum ‘’en iyi son’’ lardan biriyle biten kitaptır.


P.S: Beni kusursuz cümlelerine, Türkçe’mize, Türkçe’sine hayran bırakan çevirmen Tevfik Turan’a teşekkürler.


Hiç yorum yok: